EFSANE SEDİR
Gılgameş MÖ 2500’lerde yaşayan Sümer kenti Uruk’un beşinci kralıydı. Gılgameş Destanı, kral ile yardımcısı Enkidu’nun Maraş-Antakya civarındaki Toros dağlarının bir parçası olan Amanos Dağlarındaki sedir ormanlarına seferiyle başlıyor. Efsanede ormanları, kutsal gözcü Humbaba koruyor.
“Kıpırdamadan durdular ve ormana baktılar. Sedirin ne kadar yüksek olduğuna baktılar. Ormanın girişine baktılar… Sedir dağına, tanrıların yaşadıkları yere, İrnini’nin tahtının oturduğu yere baktılar. Sedir, dağın önünde bütün ihtişamıyla duruyordu; gölgesi güzel ve hoşlukla doluydu.”
Bu denli etkilenmelerine karşın Gılgamış’la Enkidu, sedirleri kestiler ve kendilerine Fırat’ın üzerinde yolculuk etmek için sallar yaptılar. Kestikleri sedir kerestesini taşıdılar ve kentlerine güzel bir kapı inşa ettiler. Ağaçları kesen Enkidu, kapıya baktıkça sediri hatırlamaya başladı ve büyük bir suçluluk duygusuyla vicdan azabı çekti. En sonunda hasta oldu.
“Hey sen oradaki, kapının ahşabı… Yirmi ülkeden fazla yerde seni aradım; ta ki o kule gibi sediri görünceye dek. Senin gibi bir ağaç yok bizde işte. Keşke, keşke bilseydim sonucunu.”
Enkidu’nun vicdan azabından kaynaklanan hastalığı, ölümüne kadar peşini bırakmadı ve sediri kesmesi, destanı yapılandıran masumiyet ile suç, zevk ile acı, yaşam ile ölüm arasındaki çelişkinin sembolü olarak akıllara kazındı…
Bronz Çağı’nda, Antik Çağ’da, Bizans ve Haçlıların dünyasında, Orta Çağ’da pek çok savaş gemisinin, teknelerin ve hatta cenaze gemilerinin sedirden yapılmasının nedeni, sedir ağacının yalnızca kolay işlenebilir olması değildi. Uzun ömürlü, havaya ve suya dayanıklı olması; meşeden daha yumuşak olmasına karşın en az meşe kadar dayanıklı olması ve ayrıca çürümeye ve parazitlere karşı dirençli olması da sediri bu denli önemli yapıyordu. Bu ormanların Ermenek civarında en yoğun olduğu bir bölge de Ermenek’in kuzey-doğusunda bulunan Damlaçalı ormanıdır.